
Gurbet kavramını şehirler arası terminallerde tanımlayanlardan biri olmadı hiç. O kavramla farkına varmadan tanışmıştı. Aşkı tanıdığındaysa her seferinde yeniden tanımlayacaktı onu.Lisedeydi o yıllar.Babasının gitmediğini onları terk ettiğini öğrendiğinde hiç soru sormamış içine yığılmıştı. Hayatı kendi dışında zembereğinden boşalmış gibi değişirken tutabildiği tek ipi sıkı tutmaya kararlıydı. Yani kendi küçük dünyasında gözle görülür bir değişiklik olmasına izin vermiyordu, lise birinciliğine odaklanmıştı. Anneciğinin bir de kendi duygularıyla uğraşmasına gönlü razı değildi. Sessiz olursa hiç yükü olmayacağını kestirmişti. Geceleri yumuşak mağaram dediği yatağına çekildiğinde içinde bir şeylerin değiştiğini fark ediyordu. Hiç bilmediği bir yere doğru sürekli düşüyordu.Düşüyordu.Düşüyordu.Düşüyordu.Rüyalarında cinden periden hiç korktuğunu hatırlamamasına rağmen cinsiz perisiz yeni bir rüya ona musallat olmuştu. Üstelik çok korkutuyor ve ağlatarak uyandırıyordu.Sonsuz genişlikte bir yerde gözünü açıyordu. Soğuk evler ve tanımadığı insanlar vardı, dilsizdiler.İstendik bir sessizlik olduğunu düşünmek istemiyordu, sessizliği bu kadar acımasız bilmemişti daha önce. Ona oraya ait olmadığını hissettiren boş ve ilgisiz bakışlarla bakıyorlardı.Evi nerdeydi?Yol neredeydi?Nasıl geldiğini bilmediği bir yerden nasıl gideceğini nereden bilecekti? O sonsuz genişlikte durmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Birilerinin onu gördüğünü hissediyordu da görüşteki niyeti sezemiyordu.Ürküyor ve üşüyordu.Üniversiteye başlayıp aşkla ilk kez tanıştığında hayatındaki pek çok eksik tamam olmuştu da içindeki garip duygu tüm yabaniliğiyle orada duruyordu. Duracağa da benziyordu. Boşluk onu seçmişti, dolması imkansızdı yaratılışına tersti. Boşluk dolmadığı müddetçe boşluktu.Ben ile kendisi arasında gidip gelirken böylece, yar (zamanın göreliğini hafife almadan) üç beş vakit konakladığı bir han oluveriyordu soluklandığı. İsli eski bir gaz lambası olan aşk, ışıttığı kadar aydınlatıyordu hanın duvarlarını. Sinmiş kokuları, izleri, yaraları, irinleri, geçmiş zamanları okuyordu hanın etten duvarlarında. Derin bir sessizlikte ve ama karanlığında parmak uçlarıyla bir tuğla gibi üst üste dizilmiş izlerin inşa ettiği An’ın içinde gezinirken usulca şöyle mırıldanıyordu: “Saygıyla bük sessizliğini…”HABER MERKEZİ